Evet, gelelim gerçek hikâyemizin devamına…
Anlaşmamız gereği, fiziken ben çalışacak; ortaklarım ise kendi işlerine devam edeceklerdi. Ancak şirket büyüyüp belli bir seviyeye gelince, diğer ortaklar da çalıştıkları işleri bırakıp mesleki hayatlarına Uzay Makina’da devam edeceklerdi. Gerek ailelerimizden gelen, gerekse de o zamanki Perşembe Pazarı ekolü etik anlayışımız neticesinde gizlimiz saklımız olmadı. Yapacağımız her şeyi planladık. Ancak Karasaban Endüstri Cihazları A.Ş.’nin Genel Müdürü ve Yönetim Kurulu Başkanı Cabi Bey’in onayı alındıktan sonra harekete geçtik. Bu son derece saygıdeğer beyefendi, ortaklarım kendisinden ayrıldıktan sonra bile desteğini bizlerden ömrü boyunca esirgemedi.
O günler nasıl unutulur ki…
Poligon raflarını ucuza mal edebilmek adına bizzat monte etmemiz, çelik dübellerle duvarlara sabitlememiz… Ve Devlet Hava Meydanları AHL Başmüdürlüğü’nden emekli olup şu anda İzmir’de yaşamakta olan canım Ömer Vanlı ağabeyimin bizlere yardımı ve duaları…
Dükkânı açtık açmasına ama sınırlı bir sermaye ile içini doldurmak pek de kolay olmayacaktı. Ortaklarım hâlen Karasaban’da çalıştıklarına göre hidrolik ve pnömatik malzeme koymamız da düşünülemezdi. Ben zaten hırdavatçı kökenliyim. Mutlaka vakit ayırıp işinin erbabı eski tornacı, o zamanki ithalatçı Ermiş Baba’dan feyz almaya giderdim. O da beni evladı gibi eğitirdi. Kılavuz adım aralıkları, diş hatveleri, imalatın bazı püf noktaları, hatta ticaretin de önemli kriterleri hakkında… Bıkmadan, usanmadan. Hatalı davranışlarımda ise pat diye yüzüme söyler ve mutlaka beni düzeltirdi.
Babamdan da muhasebeyi öğrenmiştim. Öğreneceğim daha nice detaylar olduğunu ise Uzay kurulduktan sonra çok daha iyi anladım. Karasaban terbiyesi ve ciddiyeti almış olup da sabırla beni de eğiten başta öz ağabeyim Selçuk, sonra da nam-ı diğer “Kel Nuri” ağabeyimi (lütfen saygısızlık olarak algılanmasın, lakabı oydu ve onu tanıyanların hatırlayabilmesi adına bu şekilde anıyorum) anmamak bana yakışmazdı. Hani neredeyse 68 yaşımı bitirmek üzereyim; çok şükür ne öğrenme açlığım ne de enerjim bitti. Öğretmen olsa bile kişi, hâlen öğrenci olduğunu kabullenemiyorsa, onun için geri sayım zaten başlamış sayılır.
Gelelim dükkânı doldurmaya…
Konumuz olmamasına rağmen, sırf rafları doldurabilmek adına “Bally Yapıştırıcı”dan bayilik aldık. Bally kutularını kolilerinden çıkarıp raflara dizdik. Ancak dükkân boş kalmasın diye boş kolileri de sanki doluymuş gibi diğer raflara dizdik.
İlk müşterilerimiz arasında Çayırova Cam Sanayi, Unilever, Tesan Tesisat ve Isı Sanayi (Ali Ağa Rafinerisi’ni yapan taşeron firmalardan), İntes İnşaat ve tüm İstanbul taşeronları, Narin Tekstil (Mensucat), DSİ 12. Bölge Müdürlüğü, Devlet Demiryolları (DDY) ve ufak çapta da olsa Haliç Tersanesi vardı.
Verdiğimiz hizmet o denli tuttu ki Rabbim de “Yürü kulum” dedi ve biz hedeflerimizi delip geçtik adeta. Üç sene içinde piyasada çok iyi bir yer edindik. Böhler Kaynak Elektrodları satışlarında aynı yıl İstanbul 1.’si ve Türkiye 3.’sü bile olmuştuk. Sonraları ise ithalatçılardan gelen malın tümünü alıp Anadolu’ya açıldık. Artık ortaklarla birlikte çalışma zamanı gelmişti. “İthalatçı olma, hatta belki de distribütörlük alma neden olmasın?” diye düşünmeye başladık.
Ancak bir problem vardı…
Bally Yapıştırıcı kutularıyla zar zor doldurduğumuz 18 m² dükkân bize artık çok dar geliyordu. Hatta depo bile kiralamıştık ama nafile… Hava paraları almış yürümüş, o da yetmezmiş gibi tam işi oturtursun, mal sahibiyle anlaşmazlık çıkarsa… Sorunlar bitmiyor, bitmiyor… Peki bu üç cengâver bunun üstesinden gelebilecekler miydi? Şayet gelebileceklerse nasıl?
Buraya kadar lütfedip okudunuz, bunun için çok teşekkür ederim. Ama zamanınız da çok değerli. Gelin, bunu şimdilik burada noktalayalım. Bir sonraki makalede buluşmak dileğiyle…
En derin sevgi ve saygılarımla,
Nurhan ELBE
UZAY PNÖMATİK EKİPMANLAR SAN.ve TİC. A.Ş.
Yönetim Kurulu Başkanı
Yazıyı Paylaş:




