Robotik Üretimin İnsan Tarafı: Geleceği Kodlarken Sahadan Öğrendiklerimiz
Bir üretim hattına ilk kez bir robot girerken o sahada olmak, aslında kimsenin dışardan sandığı kadar mekanik bir deneyim değil. Hattın gürültüsü arasında, insanların yüzlerindeki merak ile hafif kaygının birbirine karıştığı o anı unutmak zor. Çünkü kimse sadece yeni bir makineye bakmıyor; herkes, kendi geleceğinin bir parçasının karşılarında durduğunu hissediyor.
Benim için de durum farklı değildi… Yirmi yıldan fazladır robotik ve endüstriyel otomasyon projeleri yöneten biri olarak, pek çok fabrika açılışına ve dönüşüm sürecine tanıklık ettim. Ama ne kadar tecrübeli olursanız olun, ilk robot devreye alma ânı hep aynı duyguyu taşıyor: “Acaba insanlar buna nasıl tepki verecek?”
Çünkü teknoloji kendi başına hiç bir anlam taşımaz; değerini insan verdiğinde kazanır, yoksa sadece çok pahalı bir metal yığını olarak kalır.
Geçen yıl, büyük ölçekli bir üretim tesisindeki dönüşüm projesinde bu gerçeği tekrar iliklerime kadar hissettim. Sahadaki ustalar, mühendisler ve yöneticilerle yaptığımız tartışmalar hep aynı noktaya toplanıyordu:
“Bu robotlar işimizi alacak mı, yoksa işimizi kolaylaştıracak mı?”
Bu sorunun cevabını aslında çok uzun zamandır biliyorduk ama insanların bunu kendi gözleriyle görmesi gerekiyordu.
Ve o projede bunu anlattığımız cümleyi hâlâ çok önemsiyorum:
“Robotları fabrikaya, insan emeğini geriye itmek için değil; insan emeğini daha değerli, daha yaratıcı ve daha etkili kılmak için soktuk.”
Bunu söylediğimde birkaç çalışanın yüzünde bir rahatlama sezmiştim. Çünkü hepimizin içinde gizli bir korku vardır: Yerimizi makinelere kaptırma korkusu. Oysa gerçekte robotlar insanların rakibi değil, insanların üzerindeki yükün bir kısmını taşımak için burada.
Bir üretim vardiyasında, gün sonunda eve ağrılarla dönen bir işçi ile, o işçinin bir robota devrettiği tekrarlı görev sayesinde daha güvenli ve daha az yorucu bir gün geçirmesi arasındaki farkı küçümsemeyin. Bu fark sadece ergonomik bir değişiklik değil; bir insanın hayat kalitesine yapılmış doğrudan bir dokunuş.
Ama yine de işin teknik kısmı hafife alınamaz. Geliştirdiğimiz sistemlerde, robotların sadece programlanmış hareketleri yapmasını değil; süreçten öğrenmesini, süreçle bütünleşmesini ve üretimin değişken ritmine uyum sağlamasını hedefledik.
Bir robotun kol hareketinin milisaniyelik gecikmesi, bir kameranın yanlış pozitif vermesi veya bir konveyör sensörünün hatalı okuması… Tüm bunlar koca bir hattın ritmini bozabiliyor.
Bu yüzden robotik, dışardan göründüğü gibi “mekanik bir kolu çalıştırmak” değildir. Aslında robotik; hız, hassasiyet, veri, insan ergonomisi, üretim stratejisi ve iş güvenliği gibi birbirine dolanmış onlarca kararın ortak sonucudur.
Bir gün projede görev yapan kıdemli bir usta bana şöyle demişti:
“Bu robotlar iyi hoş ama biz daha hızlı üretmeye değil daha düzgün üretmeye çalışıyoruz.”
Bu cümleyi unutmuyorum. Çünkü endüstriyel otomasyonun gerçek amacı tam olarak buydu:
Hız değil, tutarlılık.
Dakika değil, kalite.
İnsan yerine değil, insanla birlikte üretim.
Bugün Endüstri 5.0 vizyonunda hep konuştuğumuz şey aslında budur: İnsan–makine iş birliği. İnsan zekâsının yaratıcılığı ile makinelerin hesaplama ve tekrar kabiliyetini bir araya getirmek. Bu birliktelik, modern üretimin gerçek motoru haline geldi.
Yatırımcılarla yaptığımız toplantılarda artık robot maliyetinden çok, robotun açtığı kapılardan bahsediyoruz. Yeni kapasite pencereleri, iş güvenliği kazanımları, sürdürülebilirlik artışı ve en önemlisi de insanların daha yüksek katma değerli işlere kayabilmesi…
Bugün bir üretim tesisinde robot görmek bir prestij değil; bir zorunluluk. Ama bu zorunluluk, insan emeğini değersizleştiren değil, tam tersine onu yukarı çeken bir zorunluluk.
Bunu bir örnekle daha net anlatalım…
Bir projede ağır sac parçalarını kaldırmak için kullanılan eski bir manuel hattı robotik bir hücre ile değiştirdik. Normalde 3 operatörün birlikte kaldırdığı yükleri artık bir robot tek başına yönetiyor. İlk ay sonunda operatörlerden biri bana şöyle demişti:
“Bizim bel ağrıları bitti. Şimdi robotun yanında kalite kontrol yapıyoruz. İşimiz daha hafif ama daha ‘akıllı’ oldu.” Bu cümledeki samimiyet, yaptığımız işin asıl karşılığını gösteriyor.
Geleceği robotlarla kuruyoruz, evet. Ama geleceği onlar değil, insanların daha iyi çalışabildiği bir ortam belirliyor aslında.
Bu yüzden robotik teknolojiler gelişmeye devam ederken ben hep aynı şeyi savunuyorum:
İnsanlar ne kadar iyi hissederse, robotlar da o kadar iyi çalışır.
Ve bu dengeyi doğru kuran şirketler, gelecek 10 yılın değil, gelecek 50 yılın kazananları olacak.
Yazar: Bülent ÜNSEVER
Manufacturing, Robotics and Automation Leader | Driver of Operational Excellence & Innovation | Expert in System Engineering and R&D
E-mail:: bulent.unsever@intecro.com.tr
Linkedin : linkedin.com/in/bulentunsever
Yazıyı Paylaş:




